GAYRİRESMİ BOĞAZİÇİ

MÜCADELE, ELEŞTİRİ, BELLEK, TARİH

“Liberal Boğaziçi” Nedir?

boğaziçi

“Liberal Boğaziçi” Nedir?
Bir Dönem Açısından Boğaziçi Değerlendirmesi

“Liberal” bir üniversite olarak Boğaziçi’nde, ‘devrimcilikten’ hangi koşulda bahsedilebilir? Bu yazıda temel derdimiz bunu aramak. Devrim ve devrimci süreç derken, kolektif davranma, özgürleşme ve özneleşme kapasitemizin artmasını, güçlenmesini kastediyoruz. Özneleşmenin özellikle anılması gerekiyor, çünkü bu kapasitelere sahip olma potansiyeli olan verili ve tanımlı bir özneden değil, içinde bulunduğu ilişkiler ağını bölen eşitsizlik ve iktidar eksenleri boyunca gerçekleştirilen hareketlerin taşıdığı özne üretme potansiyellerinden bahsediyoruz. Böyle bir perspektifle, devrimciliğin bu kapasiteleri geliştirmeye dair kamusal nitelikteki çalışma olduğunu düşünüyoruz. Bu bağlamda Boğaziçi bize liberalizm ve devrimcilik hususunda ne söyleyebilir?

***

Boğaziçi üniversitesi sıkça liberal olarak tanımlanır. Bu tanım daha çok Türkiye sınırları dahilinde mümkün olmayan bir çok şeyin, eylemlilikten yaşam tarzına, konuşma ortamından akademik çalışmaya kadar bir çok şeyin mümkün olduğu, kimsenin kimseye dokunmadığı bir ilişkiselliği ifade ediyor. Böyle bir ortam tersinden ilginç bir konfor üretiyor: ‘Dışarıda’ varolması zorluklarla karşılaşabilecek olan çeşitli siyasal pozisyonları ve yaşam tarzlarını, yine başka üniversitelerde mümkün olmayacak şekilde üniversiter alana müdahale etme ihtiyacı duymaksızın üretme imkanı bir konformizm biçimini alıyor. Başka bir ifadeyle, devrimci siyasetin içeriği devrimci sürecin oluşmasına katkı sunmaktan çıkarak, yani bir özörgütlenme ve özyönetim praksisinden çıkarak, kendi-dışındaki dünyaya büyük laflar söylemek biçimine bürünüyor. Bu da, dışarıda da benzerlerini sıkça gördüğümüz, klasik örgütlenme tarzının başka bir yeniden üretimi olarak, ikinci bir konformist jestle karşımıza çıkıyor. Kendisini örgütleyemeyen bir toplumsal birimin, esasında bir irade olması, ve topluma bu şekilde müdahale etmesi mümkün mü?

Burada kurulan ve politik olduğu düşünülen sözlerin temelinde “dayanışma”, “farkındalık” ve “vicdan” kökenli eylemlik görülebilir. Buradaki “dayanışma” ilişkisi yaşamı, toplumsal dinamikleri ve çelişkileri, yani genel olarak olanı kendi varlığı dışında konumlandıran ve kendi içinde olanın dinamiklerini ve çelişkilerini görmek zorunda olmayan bir siyaset tarzını üretiyor. Bunun bir yanılsama olduğunu, böyle bir kendilik durumunun bulunmadığını fark edemiyor. Olanın dışında olmak, olana bakışı kuşbakışına çevirip ona müdahale edebilmek onu kavramayı gerektiren sosyolojik bakışı zorunlu kılıyor. Bu, tam da akademinin alışkın olduğu anlamıyla siyasetin, yani sosyolojinin siyaset yerine icra edilmesinin, olana seyirci kalamamanın dayanışma adı altında vicdan muhasebesi ve rahatlamasının, böylece dışsal olarak ifade edilen olan ile soyutlama dolayımıyla ‘bir olma’ arzusunun yeniden üretilmesidir. Bu ‘bir olma’ arzusu, esasında her daim olan ile kendi arasında ontolojik farkı yeniden üretir. Başka bir ifade ile, esasında “kendi” diye bir şey yoktur; ancak buradaki dolayımla, kendi ile olan arasında var olan ilişkiyi bir dolayım ilişkisine sokmaktadır. Esasında Boğaziçi Üniversitesi, üniversitenin sınırları dışındaki “olan”dan, toplumsal ilişkiler ve çelişkilerden bağımsız ve azade değildir. Boğaziçi’nin bütün konforlu ortamı, bir yandan kendi içindeki mücadele ilişkilerine, bir yandan da kendi dışı ile kurduğu ilişkilere bağlıdır. Bu bağlamda Boğaziçi’nde var olan tek liberalizm ve konformizm, solculuktur; yoksa Boğaziçi keskin bir neoliberalizmdir ve Boğaziçi solculuğunun “dışarıda” var olduğunu düşündüğü “olan” üniversite sınırları içinde zaten keskin bir şekilde üretilmektedir.

Yıllarca bu tarzda vuku bulan siyaset biçimi, Boğaziçi’nin yakın tarihinde çeşitli biçimlerde etki bırakmış ve bizim bu yazı dahilinde ele almak istediğimiz üç farklı olayla kırılma yaşamış, ancak hegemonyasını yeniden tesis etmiştir. Bu kırılmalardan ilki, 2010 yılında 6 Kasım YÖK’ün kuruluş yıldönümü vesilesiyle yapılan çalışmadır. Bu çalışma ile bir yandan Çayhane sonrası dönemdeki atıllık kırılmaya çalışılmış, bir yandan da Çayhane’nin çalışma yapmayı imkansız kılan gerilimlerinin aşılma imkanı ortaya çıkmıştır. Ancak burada daha önemli olan şey, üniversiteyi bir fabrika olarak tanımlayan söylemi geliştirmeyi mümkün kılan ve üniversitenin kendisini bir mücadele alanı olarak tanımlayan yaklaşımdır. YÖK dolayımı öğrenci siyasetinin üniversiteye geri dönmesini mümkün kıldı. Böylece karşımıza yeni bir ilişkiler ve dengelere dayanan bir politik öznellik belirmeye başladı. Bu öznellik bundan tam bir yıl sonra, Starbucks’ın ilk fiili işgalinde tekrar belirmiş, bir ay sonra da en keskin biçimlerden biri ile kendisini kurmuştur.

Starbucks karşı-işgali, sınırötesi dolayımla Boğaziçi’ne dönüşü mümkün kıldı. Karşı-işgal üniversitenin neoliberal yapısını açığa çıkarırken meseleyi tam da bir yönetim ve özyönetim meselesi olarak ifade etti. Böylece Boğaziçi’nde “devrimci süreci” mümkün kılan bir deneyim başlamış oldu.

Bu sürecin çeşitli yankıları oldu: rektörle yapılan büyük toplantıdan çeşitli hak kazanımlarına, ve sonunda yönetimin değişmesine ve karşı-işgalin çeşitli taleplerinin kabul edilmesine kadar. Bu yankılardan en kritiği yönetimin değişmesidir. Kadri Özçaldıran yönetimi, “liberal” addedilen yönetim pratiğinin devamlılığını muhafaza edemediği için neoliberalizmin bütün keskinliğini üniversite içinde görünür kıldı. Bunun karşısında ise çok daha güçlü ve iyi örgütlenmiş bir neoliberal yönetim modeli karşımıza çıkarak üniversitenin “liberalliğini” yeniden tesis etmeyi başardı. Böylece karşı-işgalin başlattığı devrimci süreç, iyi örgütlenmiş bir iktidar mekanizması tarafından massedildi ve ‘devrim’ yarıda kaldı.

Yarıda kalan nedir? Özyönetimin gelişmesi süreci. Karşı-işgal bunun bir mekana sıkışmış önemli bir denemesiydi. Ancak aynı zamanda kısa bir süreliğine de olsa üniversitenin bütün dengelerine müdahil olan bir politik merkez olmayıbaşardı. Üniversite yönetiminin değişmesinden yıllardır mücadelesi verilen ücretlendirme ve ulaşım sorunlarının çözülmesine kadar yaptığı etkiler bugünün Boğaziçi’sini mümkün kılmıştır. Başka bir ifadeye, karşı-işgal Boğaziçi’nin “liberal ortamı”nın yeniden tesis edilmesinin koşulu oldu. İşgal devam ederken veya sonrasında farklı açılımlar geliştirebilseydi, ‘sistemin’ kendisini yeniden tesis etmesi bu kadar kolay olmayabilirdi elbette.

Gezi sonrası ortaya çıkan ve yoğun katılım gösterilen forum pratiği, karşı-işgal’in bitmesiyle kapanan sürecin yeniden açılmasını mümkün kıldı. Böylece yönetimin neoliberal keskinliği forum süreci ile başlayan devrimci süreç tarafından bir nebze olsun geriletilmiş ve Starbucks karşı işgalinde beliren imkanı yeniden mümkün kılmıştı. Yönetim her türden katılımcı projeye hazırdı ve bunun iradesinin gelişmesi konusunda bütün imkanlarını seferber edebileceğini ifade ediyordu. Ancak Boğaziçi solculuğu yatırımını bu yönde yapmak yerine kendini “dışarıdaki solun bir türevi olarak” yeniden üretmeye yönlendirdiği için bu imkanı başarıyla kullanamadı. Başka bir ifadeyle, klasik solun bir tekrarı haline gelen, veya Türkiye Solu ile ilişkilenmek adına kendi solculuğunu tasfiye eden Boğaziçi solculuğu, kendi özgün davranışları yerine geliştirdiği reflekslerle klasik solculuğu yeniden üretirken, Boğaziçi’ne has, Boğaziçi’ni bir politik birim olarak örgütleyebilecek siyasi çalışmayı geliştiremedi.

Boğaziçi yönetimi, öğrenciler tarafından kendisine yönelen kalkışmaları ya dışsal bir özne pozisyonuna çağırarak, mesela solculaştırarak ya da doğrudan hedefi dışarıya yönlendirerek ‘yansıtmaktadır’. Yönetimin Boğaziçi politikası, inisiyatifin belirme imkanının olduğu her alana müdahale ederek krizi derinleştirmekten kaçmak, “içerde sıfır sorun” politikası ile sürekli olarak “dışarı” müdahale etmeye yönelik bir çabayı (çok da bir şey yapmasına gerek kalmadan) desteklemektir. İlkin, zaten Boğaziçililiğin temeli budur: büyük sözler ve büyük eylemlerle toplumdaki pozisyonunu tesis etmek. İkincisi, içeride (‘fazla liberal’ olmak dışında) herhangi bir sorun görmeyen (yani dışarısı ve içerisi arasında ontolojik bir fark kuran) Boğaziçi devrimciliğinin yöneleceği pozisyon da budur: sürekli “dışarısı” olarak kurduğu ve “olan” olarak gördüğü topluma müdahale ederek veya onunla “dayanışarak” bir ilişki kurmak. Bu pozisyonu ve tarzı ile Boğaziçi solculuğu, yönetimi ve devrimcileri ile beraber liberaldir.

***

Verimli bir dayanışma ilişkisinin en fiili ve somut olarak gerçekleştiği yer müşterek mevzileri açmak ve kuşatmayı zayıflatmaktır. Kuşatma toplumun bütününde, toplumu parçalamak ve tutsak etmek üzerine kurulmaktadır. Boğaziçi’nde açılacak bir mevzi, başka cephelerde açılacak mevzileri mümkün kılacak ve kuşatmayı zayıflatarak devrimci sürecin gelişmesine katkı sunacaktır. Bugün tıpkı Kobani ve Rojava mevzisinin bizde belirli bir özdeşlik dolayımı ile kurulan bağı değil, bir vicdan muhasebesini ise hiç değil; somut olarak kendimizi yönetebilme imkanını mümkün kıldığı ve bu mevziyi açarak görünür kıldığı gibi.

Benzer şekilde, Karşı-işgal zamanında, Boğaziçi gibi toplumda aslında pek de sevilmeyen ve solcular arasında küçümsenen bir alanda ortaya çıkan direniş, farklı üniversitelere ve hatta dünyadaki farklı deneyimlere ilham ve umut vermiş, onlar için bir mücadele deneyimi haline gelmiştir. Bu örnek, siyasetin özyönetim ve özörgütlenme formunda müşterekleşmesinin, kimlik devşirip üstlenmek yerine alanlarda varolan eşitsizlik eksenlerinde hareket eden özneleşmenin taşıdığı devrimci potansiyelleri ima etmektedir.

Yorum bırakın

Information

This entry was posted on Kasım 17, 2014 by in Tarih.