GAYRİRESMİ BOĞAZİÇİ

MÜCADELE, ELEŞTİRİ, BELLEK, TARİH

Boğaziçi savunması neyi savunuyor?

Boğaziçi savunması, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu baskı ve çürümeye karşı umut oldu. Bu ciddi bir umuttur, sadece hayal gücündeki bir canlanma ve tazelenmeyi ifade etmez, toplumsal bedenin iyileşmesine dair bir umuttur. Ancak böyle dönemlerde bedenle ruhun birbirine uyumu, toplumsal bünyenin gerçekliğiyle uyumlu bir ilişki kurması atılacak adımların daha emin olmasını sağlar. Baskının ve çürümenin sadece tepede gerçekleşen bir şey olmadığını, bünyeye sirayet ettiğini fark etmek gerekir.

Bu benzetmeye başvurarak sendika.org sitesinde yayımlanan ve çoğunluk muhalifin dili, yani hissiyatının kalben tercümesi olduğuna inandığımız bir yazı vesilesiyle, Boğaziçi savunmasının neyi savunduğunu anlamlandırmaya çalışacağız. (1) Bu dil ve ruhun kendini Boğaziçi Dayanışmasının yayınladığı “Açık Mektup”ta da yer yer ifade ettiğini düşünüyoruz.

Nabi Kımran, Türkiye’nin Boğaziçi savunmasına kadarki sürecini özetliyor ve savunmanın yükselişini bardağı taşıran son damla olmasına bağlıyor (Kımran’ın kurduğu bağlamda, bazı ifadeleriyle “Mektup” da bu bardağın taşmasının bir türevi gibi görünebilir.). Yazıda birçok noktaya katılmamak mümkün değil. Özellikle yükselen direnişle birlikte muhalefetin ve iktidarın hizalanmak zorunda kaldığı, hareketin her direnişe güç verdiği, bayrak yarışının olacaksa talepler/ilkeler üzerinden olması gerektiği, böylece bir arı ordusunun şaşırtıcı gücünün kazanıma yaklaştıracağı ama (bizce) hareketin kendi kurumsal gücünü oluşturmasının da yavaş yavaş düşünülmesi gerektiği konularında söylenenlere eklenecek bir şey yok. Ancak bu tespit ve öngörülerin fiiliyata evrilmesi bağlamında çıkış noktasının daha iyi hesaplanması gerekiyor. Hareketlerin zaman zaman ince hesaplar yapması, bir pasifizme itilmek veya harekete kefen biçmek için değil; başkaları tarafından biçilen kefeni boşa düşürmek için anlamlıdır.  

Yazının zirve noktasında Kımran şöyle sesleniyor:

Ezcümle; bardak doldu, hava döndü, özgürlükten yana esiyor yel!

Boğaziçi direnişi bu durumun ve bu saflaşmanın cephe hattıdır. 

Bu cümleler her ne kadar bizleri harekete geçiren öfkeyi ve ruhu güzel ifade etseler de, hareket eden bedeni kapsamakta yetersiz olmalarından dolayı, hareketi kısıtlama riskini de taşımaktadır.

Boğaziçi savunması bardağı taşıran son damla olmayabilir, çünkü söz konusu kurumun Boğaziçi olması ve konunun rektörlük seçimi olması toplumsal ilginin tali bir parçası değildir. Bu noktada dile getirilebilecek birkaç görünüm var. En tali kısmına hakkı olduğu kadar değinelim: Kımran’ın da bazılarına değindiği, bugünkü biriken küçük ve orta düzey hareketlilikler toplumsal ilgiye ve başarıya fazlasıyla bağımlı görünüyor. En kötüsü de, başarı ve toplumsal ilgi çakışmadıkça hareketlerin görünürlük kazanmalarının pek mümkün olmaması. Bu uzun vadede üst üste birikmedikleri ve toplamda fark yaratmadıkları anlamına gelmiyor. Fakat Boğaziçi savunması da başarısız gibi görünürse gündemdeki yerini terk etme ve gündemdeki yerini doğal bir yorgunlukla yitirdikçe de başarısızlığa meyletme tulumbasından kurtulabilmiş değil. Bu anlamda çapı ne olursa olsun o bardağın taştığını göstermeyebilir. 

Bu biraz önemli, çünkü gündemi terk ettikçe hareketin el büyütme ve “bayrağı yükseltme” tuzağına düşmesi de mümkün. Bu tuzağa düşüldüğünde hareketler kendi kaynaklarından ve zemininden uzaklaşma, dışarıdan motivasyon, destek, dayanışma arama ve giderek başarısızlıktan dolayı toplumu ve/veya kendini, diğer bileşenleri suçlama döngüsüne girebiliyorlar. Bu durumda başarısızlığın daha da hızlı gelmesi beklenebilir. Bunu söylerken, bu hareketin bir anlamda başarısız olma ihtimalinin olmadığını da eklemeliyiz. Yok, çünkü en kötü ihtimalle gerçek başarısı bünyeye sirayet eden çürümeyi iyileştirme, parçası olan özneler arasındaki ilişkileri çürüyen kurumun yerine koyma ve geliştirme olacaktır. Tüm bu hareketlerin bünyenin iç ekonomisinde biriktirdiği şey budur ve bu her koşulda bir kazanım etkisi yaratmıştır çoktan.

Peki Boğaziçi’nde hareketin yükselmesinin ve bunun toplumsal ilgi görmesinin özgün yanı nedir? 

İlk olarak, Boğaziçi’nin gayriresmi tarihinin böyle bir saldırı karşısında savunmaya geçmeye zaten hazır olduğunu peşinen söylemek gerek. Yıldıray Oğur’un 1914’ten itibaren kendince anlattığı geçmişe (2) veya kurumun 1980 sonrası onyıllar alan kendini koruma stratejisine, hatta 1990’ların öğrenci hareketine başvurmaya gerek yok. 

Sadece 2011-12 yıllarından başlayan ve (80 sonrasında korumacılık tavrına eşlik eden) ticarileştirici baskı/arzuyu değiştiren hareket(ler)e bakmak yeterli olacaktır. Boğaziçi’nde rektör her zaman seçimle gelmiştir ve bu seçimlerde öğrenciler çoğu zaman kendilerine yer açmış, üniversitenin kaderini belirlemiştir. Kişiliğinden veya tutumlarından bağımsız olarak, Gülay Barbarosoğlu için açılan “içimde sen varsın” pankartı (3), bugünkü yükselen savunma hareketinin özeti gibidir: Okuldaki öğrenci-hoca-çalışan ittifakı önce seçilmiş rektöre (yani yönetime) bugüne ışık tutan ve hareketin çıkışında yer alan 2012 metnini yazdırmış, sonra da  2016’da fırsat bulan Erdoğan’ın müthiş saldırısına karşı %86 oyla Barbarosoğlu’nun seçilmesini sağlamıştır. 


Kısaca, bugün yükselen direniş aslen taşan bir bardaktan kaynaklanmıyor, bir özsavunma olarak beliriyor. Boğaziçi’nin kendini koruması, 1980’den beri yükseköğretimin bütününe yönelik çeşitli saldırılar için bir tampon, bir ön cephe oluşturmuştur; ancak, 2011 sonrası süreçte sadece işgali kapıda tutmanın yetmeyeceği, içeride sürekli bir mücadelenin verilmesi gerektiği de belirginleşmiştir. İronik olarak, daha önce sadece kendini koruyarak yükseköğretim alanına kalkan olan Boğaziçi, şimdi kendini korumak için yükseköğretim alanını savunmak durumunda kalıyor ve bunu da başarıyla yerine getiriyor. Tüm şehirlerde ve üniversitelerde yükselen hareketler bu ihtiyaca verilmiş birer karşılık olarak düşünülebilir. Bunlar destek veya dayanışma gösterileri değil, kendi alanlarını da kapsayan bir savunmaya katılma hareketleridir.

Bu özsavunmanın toplumsal alanda, toplumsal mücadelede işlevsel olması bir rastlantı değil. Mevcut toplumsal çürüme esasen kurumların çürümesi olarak kendini gösteriyor. Bu noktada Hukuk gibi dev ve toplumsal çıkar çatışmalarına doğrudan bağlı, dolayısıyla toplumsal ilişkilerin bütününde doğrudan etkileri olan kurumların savunulmasının önemi (ve zorluğu) aşikâr. Ancak Tübitak, Kızılay, Hıfzıssıhha gibi çıkar çatışmalarıyla ilişkileri daha dolaylı olan ama toplumsal bünyenin bir bünye olarak tarifini ve her anlamda korunmasını, gelişmesini garanti altına alan kurumların çürütülmesinin etkileri daha derin oluyor. Boğaziçi bu kurumlardan biridir. Ancak bu kurumlardan farklı olarak Boğaziçi, kendini koruma imkânına da sahiptir. Bu imkânı kendisi var etti ve tüm toplum adına değerlendiriyor.

Boğaziçi’ndeki mevcut hareketliliğin bir kalkışma, bardaktan taşan bir isyan veya bir yeter çığlığı olmadığını değerlendirmek hem hareketin hem de toplumsal muhalefetin geleceği açısından daha umut vericidir. Köksüzleştirmeye direnen bir kurumun mücadelesi, kurum kelimesinin kuru bürokrasiye gönderen tüm çağrışımlarından sıyrılmasını, toplumsal bir ilişki tarzı olduğunun anlaşılmasını ve bu toplumsal ilişki tarz(lar)ının toplumsal bünyenin sağlığı açısından vaat ettiklerini tazeleyerek toplumsal bünyenin kurucusu olduğunun hatırlanmasını kolaylaştırıyor. 

Söz konusu olan bir kurumun demokratik ilkeleri nezdinde toplumsal güvence yapılarının savunulmasıdır. Bu savunma, Hamit Bozarslan’ın tarif ettiği haliyle “medeniyetin” savunulması, “zamana ve mekana olan güvenin” talep edilmesidir. (4) Bir özsavunma olarak, mevcutta biriken bir (siyasal) toplumsal saflaşmaya eklemlenmekten çok, kamplaştırma baskısının kendi içindeki yansımasına direnerek toplumsal kamplaşmayı kırmaya yazgılıdır. 

Boğaziçi her zaman Erdoğan için bir sınanma alanı oldu, ama şimdi daha da fazla böyle. Çünkü Erdoğan Boğaziçi’nin dışında tutulmamış, siyasal ilişkileri, polisi ve bürokratıyla (ve son olarak da iki müstakbel fakültesiyle) içeri girerek hapsolmuştur. Zorla içeride tutulmuş öğrencilerin polise karşı destansı bir direnişle hiç beklenmeyecek özneleri bile yanına çekmesi ve Melih Bulu’yu yalnız bırakması bunun bir göstergesidir. Kurum çoğulcu tanımlarını dışarıya da kabul ettirmiştir. Erdoğan için gerçek tehdit kurum yapısının korunması ve bu şekilde “içeride ve dışarıda” kamplaştırma baskısının etkisiz kalmasıdır. 

Bugün Boğaziçi savunması bir cephe (ve cephe gerisi) mücadelesi değil, bir alan savunmasıdır. Mevcut durumu, ideolojik göndermeler bir yana bırakılınca bir savaş stratejisi ifade eden, “hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır” sözüyle özetleyebiliriz. Önümüzde sınırlarımızı aşmasını engellemeye çalıştığımız bir düşmana karşı bir cephe savaşı değil, toplumsal ilişkiler bütünü olan bünyemizin korunması, tazelenmesi ve iyileşmesi için organik bir savunma savaşı vardır. Boğaziçi sathındaki savunma, medeniyetin ve toplum bünyesinin savunulmasına şimdiden geri çevrilemeyecek düzeyde bir katkıda bulunmuştur. Şans yaver gitmeyecek ve bir mevzi olarak kaybedilecek bile olsa gam yemeyiz. Bundan sonra yapılması gereken, kendini tazeleyerek toplumsal bünyeyi tazeleyen bu “kurumun”, sağlıklı, kurucu toplumsal ilişkilerin kendini yaşatacak bir ortamı var etmesidir.

Bu noktada üniversite mensuplarının temel kaynağının yine kendisi olması beklenebilir. Boğaziçi’nin halihazırda bir “kurum” olarak varlığını ve gücünü kendini kamu önünde ortaya koyan üniversite mensuplarının açıklamaları gayet iyi gösteriyor. Her bölümün ve her kulübün ayrı ayrı yaptıkları açıklamalar kurucu ilişkilerin verimli toprağını işaret ediyor. Elbette öğretim üyelerinin müthiş kararlı savunması en önemli güvence olarak görülmeli. Dört büyük mezun örgütünün ve yanı sıra ayrı ayrı mezunların açıklamaları da vazgeçilmez. Bu açıklamalar da destek ve dayanışma olmakla sınırlanamayacak ciddi irade beyanlarıydı. Bu irade beyanları etrafında kurumun köklerini kavrayacak taptaze bir toprak, sosyal ilişkiler, insani bağlar gelişti.

Bugün mücadelenin içeride ve dışarıda başarısının ve sürekliliğinin işareti tüm bu kaynaklara dayanan çoğulcu bir özne olarak kendini göstermesinde yatıyor. Yani bugün bu kaynaklara dayanan temsil ve iradenin kurulması mücadelenin kendisidir, diğer varlık ve etkinliklerden ayrılamaz, aciliyetler yüzünden ikinci plana kaydırılamaz. Boğaziçi’ne yapılan bu saldırıya bütünüyle karşı durmanın yolu bu alan savunmasını, alanı tepeden tırnağa örgütlemekten, gerçekten yönetmeye talip olacak mekanizmalarımızı geliştirmekten geçiyor. Örneğin, bölümlere, fakültelere, kulüplere ve benzeri birimlere dayanan, aşağıdan yukarıya bir örgütlenme kurulabilir. Boğaziçi kurumuna gerçek olma özelliğini veren şey demokratik yönetim pratiklerinden başka ne olabilir? Çoğulluğumuza sahip çıkacağız. Hareketin ancak hepimizi kapsayan en geniş bileşenlerle, birbiri üzerine basmayan, birbirini güçlendiren, birbirini dikkate alan, birbirine sahip çıkan dayanışma pratikleriyle yükseleceğini biliyoruz. Belki bir gün, belki binlerce gün sürecek olan bu direnişte, birbirimizi kazanacağız. Tohumlar atılmıştır.


1 Nabi Kımran, “Yarılma, birlik, eylem” https://sendika.org/2021/02/yarilma-birlik-eylem-607420/

2 Yıldıray Oğur, “Bırakın ‘elitist’ kalsın…” https://www.karar.com/yazarlar/yildiray-ogur/birakin-elitist-kalsin-1588163 

3 Halktv’de yer alan haberde “Kimseler duymasın içimde sen varsın” şeklindeki slogan “gönlümüzde sen varsın” olarak düzeltilmiş. Halktv editörü öğrencilerin seçilmiş rektörü istediklerini varsaymış, ancak öğrenciler kelime anlamıyla “içimde”, Boğaziçi kurumunun içinde, seçilmiş rektörün var olduğunu, savundukları şeyin de bu olduğunu ifade ediyorlar.  https://halktv.com.tr/adanada-bogazici-universitesi-protestosu-446742h 

4 Hamit Bozarslan bu sözü öğrencilerine verdiği ödevlerin yapılacağından az çok emin oluşunu anlatarak örnekliyor. Bu anlamda “intihal” tartışması da medeniyetin bu özgün güven hissinin tehdidine denk düşüyor olabilir. “Hamit Bozarslan ile Türkiye ve dünya gündemine dair söyleşi: ‘Zamana ve mekana güven kayboldu’,” https://medyascope.tv/2019/11/15/hamit-bozarslan-ile-turkiye-ve-dunya-gundemine-dair-soylesi-zamana-ve-mekana-guven-kayboldu/ 

Yorum bırakın

Information

This entry was posted on Şubat 7, 2021 by in Güncel and tagged , .